بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
"SAYFAMA HOŞGELDİNİZ"
"Namaz kılarken son namazınmış gibi kıl." Hz.Ali









NAMAZ İBADETİ
NAMAZLA İLGİLİ HİKAYE VE KISSALAR
VAKTİNDE KILINMAYAN NAMAZ
Kıyamet kopmuştu Olağan üstü bir kalabalık vardı Her yer insanlarla doluydu.
Kimi şaşırıp kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafına bakınıyor; kimi sağa sola koşturuyor; kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu Yüreği yerinden fırlayacak gibiydi Soğuk soğuk terler döküyordu Dünyadayken kıyamet, sorgusual ve mizan hakkında çok şey duymuştu Ama mahşer meydanındaki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini hiç düşünmemişti Herkes sırasını bekliyor ve sırası gelen hesabını vermek üzere çağırılıyordu Bu arada onun ismini de okudular Hayretle bir sağa, bir sola baktı ’’Beni mi çağırdınız?’’ dedi dudakları titreyerek
Kalabalık birden yarılmış, bir yol açılmıştı önünde iki kişi kollarına girdi Bunların mahşer meydanının görevlileri oldukları belliydi Kalabalığın arasından şaşkın bakışlarla yürüdü Merkezi bir yere gelmişlerdi Görevliler yanından uzaklaştılar Başı önündeydi Bütün hayatı, gözlerinin önünden geçiyordu ’’şükürler olsun’’ dedi, kendi kendine ve devam etti:
’’Gözlerimi dünyaya açtığım evde, hep dinini en güzel şekilde yaşamaya çalışan insanları gördüm Babam ibadetlerine azami dikkat ediyor, arkadaşlarıyla dini sohbetleri kaçırmıyor, malını islam yolunda harcıyordu Annem de onun gibiydi Ben de hep onlar gibi oldum insanlara hizmete çalıştım Onlara Allah’ı anlattım Namazımı kıldım Orucumu tuttum Farz olan ne varsa yerine getirdim Haramlardan kaçındım’’
Yanaklarından gözyaşı süzülürken, ’’Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum’’ diyordu Ama bir taraftan da ’’O’nun için ne yapsam az, cenneti kazanmama yetmez Tek sığınağım Allah’ın bağışlaması ve rahmeti’’ diye düşünmeden edemiyordu
Hesap sürdükçe sürdü Boncuk boncuk ter döküyordu Sırılsıklam olmuştu, müthiş bir şekilde titriyordu Gözleri terazinin ibresine takılmış, neticeyi bekliyordu Sonunda hüküm verilecekti Oradan çıkarıldı Eski yerine getirildi Biraz sonra görevli melekler, mahşer meydanındaki kalabalığa döndüler önce ismi okundu Artık ayakları tutmaz olmuştu Neredeyse yığılıp kalacaktı Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kula kesilmişti
Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi Kulakları yanlış mı duyuyordu? ismi ’’cehennemlikler’’ listesinde geçmişti Dizlerinin üstüne yığıldı şaşkınlıktan dona kalmıştı ’’Olamaaaazzzz!’’ diye bağırdı Sağa sola koşturdu ’’Ben nasıl cehennemlik olurum? Hayatım boyunca Allah yolunda hizmet eden insanlarla birlikte oldum Onlarla beraber koşturdum Hep rabbimi anlattım’’ diyordu
Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu Görevliler, kollarından tuttular ve kalabalığı yararak onu alevleri göklere yükselen cehenneme doğru götürmeye başladılar
çırpınıyordu Bir kurtuluş yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı? Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü ’’Oruçlarım Okuduğum Kur’anlar Namazım Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?’’ diyordu Bağıra bağıra yalvarıyordu Alevlere çok yaklaşmışlardı Başını geriye çevirdi Son çırpınışlarıydı
Resulullah, ’’Birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve o, bu nehirde her gün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı? işte bu, beş vakit namazın misalidir Allah onlar sayesinde bütün hataları siler’’ buyurmamış mıydı? Bir kere daha ’’Namazlarım da mı beni kurtarmayacak?’’ diye düşündü ve ’’Namazlarım’’ diye hıçkırdı
Görevliler hiç durmadılar Yürümeye devam ettiler ve sonunda onu dipsiz cehennem çukurunun başına getirdiler Alevlerin harareti yüzünü yakmıştı Son bir defa dönüp geriye baktı Artık gözleri de kurumuş, ümitleri sönmüştü Başını öne eğdi iki büklüm olmuştu
Kollarını sıkan parmaklar çözüldü Görevlilerden biri onu itiverdi Vücudunu birden bire boşlukta buldu Alevlere doğru düşüyordu Tam bir kaç metre düşmüştü ki bir el onu kolundan yakalayıverdi Başını kaldırıp yukarıya baktı Onu düşmekten kurtaran uzun ve beyaz sakallı bir ihtiyardı Kendisini yukarıya çekti üstündeki, başındaki tozu silkeleyerek ihtiyarın yüzüne baktı:
– Siz kimsiniz?
– Ben senin namazlarınım
– Neden bu kadar geç kaldınız? Son anda yetiştiniz Neredeyse düşüyordum
ihtiyar acı acı gülümseyerek başını salladı:
– Sen beni hep son anda yetiştirirdin, hatırladın mı?
Gözlerini açtığında yatağındaydı Kan ter içinde kalmıştı Bir iç çekti ve ’’Elhamdülillah çok şükür ki rüyaymış’’ dedi Sonra dışarıdan gelen sese kulak kabarttı Yatsı ezanı okunuyordu Bir ok gibi yerinden fırladı Abdest aldı ve hemen namazını kıldı
rabbim bizi namazın vaktinde kılanlardan eyler inşallah..
GÜZEL NAMAZ KILABİLİYOR MUYUZ?
Hâtem-i Zâhid (k.s.)hazretleri Âsım İbn-i Yûsuf hazretlerinin yanına geldiğinde Âsım (Kuddise Sırruh) ona sordu:
-Ey Hâtem namaz kılmayı güzel becerebiliyor musun?
O da ‘Evet’deyince, Âsım (k.s.):
-Peki, nasıl kılıyorsun? diye sordu. Hâtem-i Zâhid hazretleri başladı anlatmaya:
-Namaz vakti yaklaştığında abdestimi sünnet üzere tazeliyorum ve namaz kılacağım yere dikiliyorum. Tâ ki her uzvum yerleşiyor.
Sonra Kâbe’yi iki kaşımın arasında, Makâm-ı İbrahimi göğsümün hizasında, Allah Teâlâ’yı mekândan münezzeh (pâk ve uzak) olduğu halde başımda hâzır ve kalbimdeki her şeyi bilir halde görüyorum.
Sanki ayağım sırat köprüsünün üzerinde; cennet sağımda, cehennem solumda, ölüm meleğini de arkamda hissediyorum ve kılacağım namazın son namazım olduğunu düşünüyorum.
Sonra ihsan ile (Mevlâ’yı görür gibi) iftitah tekbirini tekbirini alıyorum, tefekkürle okuyorum, tevâzû ile rükûa eğiliyorum, tazarrû ile secdeye kapanıyorum.
Sonra tamamıyla oturuyor, ümitle teşehhütte bulunuyor ve sünnet üzere selâm veriyorum.
Sonra da o namazı ihlâsa teslim ediyor, korkuyla ümit arasında kalkıyorum ve bu hâl üzere sabra devam ediyorum.
Bunu duyan Âsam hazretleri:
-Ey Hâtem! Senin namazın böylemi? diye sordu. O da:
– Evet otuz senedir böyle namaz kılıyorum! deyince Âsım hazretleri ağlayarak şunları söyledi:
-Ben daha bu zamana kadar hiç böyle bir namaz kılamadım!
ÖMER VE NAMAZ
Ateşgede, İranlı bir köle, Hz. Ömer Efendimizi namaz kılarken sırtından hançerlemişti. Namazını tamamlamak için belini doğrultmaya çalışıyordu. Yanındakiler, “Sen namaz kılamazsın.” dedikçe, o “namaz” diyor, Rabb’ine “namaz” diyerek yürüyordu. Kendini kaybetmeye başlamıştı. Adeta komaya girmişti. Uyandırmaya çalışıyorlar, bir türlü muvaffak olamıyorlardı.
Bir ara içeriye ashabın gençlerinden Misver İbn-i Mehrame girdi. “Emir-ül Mü’minin’i uyandıramıyoruz!” dediler. Yaşı gençti ama, Ömer’i çok iyi anlamıştı:
– Emir-ül Mü’minini namaza çağırın, dedi.
Birisi, ağzını kulağına doğru yaklaştırdı:
– Es salâh Ya Emir-ül Mü’minin,dedi. “Namaza ey mü’minlerin emiri!” diyordu.
Bıçak keser, ateş yakar, su ıslatır, Ömer namaza çağrılınca kalkardı. Uyuyan ve birkaç defa çağrıldıktan sonra “Geliyorum!” diyen bir insanın telaşıyla:
– Ha Allahi izen. “Tamam şimdi kalktım!” diyerek doğrulmaya çalıştı.
HAPİSHANEDE KILINAN NAMAZ
Horasan vâlisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur’a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber vâliye çıkardılar.
Vâli dedi ki:
– Hepsini hapsedin!
Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp:
”Yâ Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!” diye duâ etti. Vâli uyurken rüyâsında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rek’at namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun âhı olduğunu anladı.
Vâli hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:
– Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı?
Müdür dedi ki:
– Bunu bilemem efendim. Yalnız biri namaz kılıyor, çok duâ ediyor göz yaşları döküyor.
– Hemen adamı buraya getiriniz. Demirciyi vâlinin yanına getirdiler.
Vâli hâlini sorup, durumu anladı, ve dedi ki:
– Sizden özür.diliyorum. Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabul et. Herhangi bir arzun olunca bana gel!
Demirci de cevabında dedi ki:
-Ben hakkımı helâl ettim. Verdiğiniz hediyeyi kabul ettim. Fakat işimi, dileğimi senden istemeye gelemem.
– Neden gelemezsiniz?
– Çünkü benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çevirten sâhibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı? Namazlardan sonra ettiğim duâlarla beni nice sıkıntılardan kurtardı. Pek çok murâdıma kavuşturdu. Nasıl olur da başkasına sığınırım? Rabbim, nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını, ihsân sofrasını herkese açmış iken, başkasına nasıl giderim? Kim istedi de vermedi? Kim geldi de, boş döndü? İstemesini bilmezsen, alamazsın. Huzûruna edeple çıkmazsan rahmetine kavuşamazsın…
SANZOTU
Kapı komşu sayılırdık. Fakat onu ancak mahallemizdeki kahvehanede görürdüm.
Her zaman pencere kenarındaki bir masada oturur ve arkadaşlarıyla birlikte sabahtan akşama kadar kağıt oynardı.
Bir gün beni yanına çağırarak:
Gel bir çayımı iç dedi. Sadece selam verip geçmek olmaz.
Yalnız olduğu için gittim. El sıkışırken:
Sigara dumanı dokunduğundan pek uğrayamıyorum, dedim. Hem yapacak o kadar çok işim var ki.
Çok alıngan bir insandı. Küskün bir ifadeyle:
Doğru, dedi. Bizim yapacak bir işimiz yok.
Esasında hepimizin işi çok fazla, dedim. Ebedi hayatımızı bu kısa ömürde kazanmak zorunda değil miyiz?
Haklısın, dedi. Fakat bu illetten bir türlü kurtulamıyorum.
Sebebini sordum.
Arkadaşlarımı kıramıyorum, diye cevap verdi. Her gün mutlaka çağırıyorlar.
Parmağımla işaret ederek :
Karşıdaki caminin müezzinini tanıyorsun değil mi ? dedim.
Yirmi yıllık müezzini nasıl tanımam diye atıldı. Neden sordun ki?
Öyle aklıma geldi işte, dedim. O da günde beş defa camiye çağırıyor da.
Yüzü hafifçe kızardı. Başını öne eğerken:
Ben eskiden böyle değildim, dedi. Fakat genç yaşta emekli olduktan sonra buralardan çıkamaz hale geldim.
Artık kurtulacağımı da sanmıyorum.
Aradan birkaç hafta geçtikten sonra, onu kahvehanede göremez oldum. Arkadaşlarına sorunca:
Çok hasta dediler. Pek fazla ümit yokmuş.
O akşam ziyaretine gittim. Aşırı derecede zayıflamış ve sanki on yaş birden ihtiyarlamıştı.
Başında Kuran okuyan oğlu beni görünce:
İyi ki geldiniz, dedi. Babam çok ağırlaştı.
Konuşabiliyor mu ? diye sordum.
Hayır, dedi. Ama arada bir “ sanzotu “ diye sayıklıyor.
O da ne ? dedim.
Bi de anlayamadık, diye cevap verdi. Fakat iyi duyduk “sanzotu“ diyor.
Semizotu olmasın ? dedim. Sever miydi.
Ağzına bile koymazdı, diye atıldı eşi. Benim de aklıma geldi ama…
Herhalde bir ilaçtır, dedim. Hemen gidip bakayım.
Eczaneden elim boş döndüm. Eve geldiğimde herkes ağlıyordu. Kapıyı açan çocuk:
Babam biraz önce vefat etti, dedi. Üstelik hep o ilacı sayıklayarak. Bulabildiniz mi?
Artık önemi yok, diyerek lafı değiştirdim. Çünkü eczanede bana gülmüşler ve sanzotunun, iskambil oyunlarında
geçen bir kelime olduğunu söylemişlerdi.
Cüneyd SUAVİ
Hayatın İçinden
ASRI SAADETTEN NAMAZ HİKAYELERİ
Peygamberimiz Ve Güzide Ashabı Bedir Savaşı’nın En Çetin Anında Bile Cemaatle Namaz Kılmışlardı. Müşrik Ordusu Üç Kat Daha Fazlaydı. Tam Bir Ölüm Kalım Mücadelesi Veriliyordu. Ama Müminler Omuz Omuza Namaz Kılmayı Seçmişlerdi.
“Yahudiler gibi sallanmayın!”
Sahabeden Ümmü Ruman (r.a.), namaz kılarken sallanıyordu. Onu bu halde gören eşi Hazret-i Ebu Bekir, öyle bir azarladı ki, Ümmü Ruman neredeyse namazdan çıkacaktı. Daha sonra Hz. Ebû Bekir, şiddetle uyarmasının sebebini şöyle açıkladı:
– Resulullah (a.s.) şöyle buyuruyordu: “Herhangi biriniz namaza durduğunda her tarafı sakin olsun, Yahudiler gibi sallanmasın. Zira namazda her tarafın sükûnet içinde olması, namazın tamamındandır.”
Namazdayken konuşulanları duymazdı
Sahabilerin büyüklerinden olan Abdullah bin Mes’ud (r.a.), namaz kılacağı zaman “dürülmüş elbise” gibi olurdu. Allah huzuruna çıkacağı için duyduğu heyecan ve saygıdan iki büklüm olduğunu görenler şaşırırdı... Ancak o, namazda iken çevresiyle irtibatını keser, hatta evdekilerin konuştuklarını bile duymazdı. Bazen namaz kılacağı zaman, evdekiler:
– Susun, ses çıkarmayın, Abdullah namaz kılacak, derlerdi.
Ancak o, kendinden gayet emin, namazdaki huşûunu hiçbir şeyin bozamayacağını bildiği için şu cevabı verirdi:
– İstediğinizi konuşun... Ben namazdayken sizin konuştuklarınızı duymuyorum.
Namaz kılmaktan usanmazdı
Peygamberimizin (a.s.) hanımlarından Hz. Zeynep Validemiz, ibadetlerine çok düşkündü. Saatlerce nafile namaz kılar, yine usanmazdı.
Bir gün Hz. Peygamber (a.s.) mescide girince, iki sütun arasına çekilmiş bir ip gördü.
– Bu ip neyin nesidir, diye sahabilere sordu.
– Hz. Zeyneb’in ipidir. Gece ayakta namaz kılmaktan yorulunca ona asılarak devam eder, cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.):
– Hayır, böyle olmaz. Onu hemen çözün. Sizden biriniz zinde olduğu sürece namazını ayakta kılsın, yorulunca da oturarak devam etsin, buyurdu.
Yaralıyken bile sabah namazını kıldı
Peygamberimizin (a.s.) güzide sahabileri namaza öylesine önem verirlerdi ki, onun uğrunda hiçbir engel tanımazlardı. Namaz yolunda savaş, yaralanma, ölüm bile vız gelirdi. Dünyada iken Cennetle müjdelenenlerden Hz. Ömer (r.a.), kanlı bir suikaste uğramıştı. Yarasından kanlar akarken evine getirilmişti.
– Yemek ister misin, diye sormuşlardı.
– Hayır, cevabını vermişti.
– Su içer misiniz?
– Hayır.
Bunun üzerine etrafındaki sahabiler:
– Namaz kılacak mısınız, diye sormuşlardı.
Hz. Ömer’in âdeta gözleri parlamış, yavaş yavaş enerjisi tükenmekte olan vücuduna can gelmişti.
– Evet, kılacağım, dedi.
O yüce insan, yarasından kanlar akarken sabah namazını kılmış, namazı terk etmeyi aklından bile geçirmemişti.
Ayağındaki oku namazda çıkardılar
Hz. Ali Efendimiz’in (r.a.) namaz vakti girdiğinde hâli değişir, rengi atar ve titrerdi. Sebebi sorulduğunda şöyle derdi:
– Bilmez misiniz ki bu vakit, Allah’ın yerlere ve göklere teklif edip de onların yüklenmekten kaçındığı bir emanetin eda vaktidir. Ben bu emaneti yüklenmiş bulunuyorum. Yüklendiğim bu ilâhî emaneti en güzel şekilde eda edip edemeyeceğimi de bilmiyorum...
Yine o muhteşem sahabinin ayağına ok battığında, namazda iken çıkarılmasını istemişti. Çünkü namazda iken bütün zerreleriyle Allah’a yönelip maddî hiçbir şeyi hissetmediği için bu yola başvurmuştu. Demek namaza öylesine kendini kaptırmıştı ki, namaz tıpkı ameliyatlardaki anestezi gibi onu kendinden geçiriyor, dünya ile bağlantısını kesiyordu.
Ayağındaki okun çıkarılması çok uzun sürmüştü. Hz. Ali (r.a.), ameliyat bittiğinde, şu soruyu sormuştu:
– Oku çıkardınız mı?
Hz. Fatıma ve sabah namazı
Hz. Fatıma Validemiz (r.a.), henüz süt emmekte olan Hazret-i Hüseyin hastalandığı için sabaha kadar uyuyamamıştı. Evlâdının inleyişi karşısında gözlerine sabaha kadar uyku girmedi. Hz. Hüseyin sabaha doğru bir ara uyur gibi olduğunda, Hz. Fatıma bulduğu ilk fırsatta kâinatın sahibine yönelerek sabah namazını eda etmişti. Kendisini çaresiz bırakan uykuya ancak bundan sonra vakit ayırabilmişti.
Sonra, mescid-i şerifte sabah namazını kıldıran Peygamber Efendimiz (a.s.), âdeti üzere onun evini teşrif etmişlerdi. Hazret-i Fatıma Validemizi uyur vaziyette görünce, onun sabah namazını kılmadığını sandı.
– Ey kızım Fâtıma, Peygamber kızıyım diye sakın namazı terk etme! Beni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, namazını vaktinde kılmadıkça cennete gireceğini zannetme, diyerek, namazın hiçbir şekilde ihmal edilemeyeceğini belirtti. Buna karşılık Hz. Fatıma:
– Canım babacığım, sabaha kadar uyumadım. Sabah namazını kılıp yattım, deme gereği duydu. O zaman Efendimiz (a.s.), sevgili kızını şöyle müjdeledi:
– Müjdeler olsun sana kızım! Âhirette böyle sıkıntılar görmeyeceksin.
Gece namazı ateşten korur
Abdullah bin Ömer (r.a.) gençliğinde sık sık mescitte uyurdu. Bir gece garip bir rüya gördü. Önünde ateşten bir kuyu vardı. Melekler onu kuyunun yanı başına bırakmışlardı. İçinde yanan insanların sesleri duyuluyordu. İbn-i Ömer:
– Ateşten Allah’a sığınırım, diye dua ediyordu.
Yananları tanıyordu sanki... Sonra başka bir melek çıkageldi. Ona:
– Sen hiç korkma, dedi.
Bu rüyayı Peygamberimizin (a.s.) eşi Hafsa Validemize (r.a.) anlattı. Hafsa Validemiz de Peygamberimize (a.s.) aktarmıştı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
– Abdullah bin Ömer ne iyi bir insandır! Bir de gece namazını kılsa, buyurdu.
Mesajı alan İbn-i Ömer, bundan sonra geceleri az uyumaya ve ibadet etmeye başladı.
***
İbni Ömer (r.a.) cemaatle namaz kılmaya o kadar çok önem verirdi ki, şayet yatsı namazını cemaatle kılamazsa gecenin tümünü ibadetle geçirirdi.
Abdullah bin Ömer’in tâdil-i erkân ile namaz kılmasına herkes hayran olurdu. Hatta Tabiînin büyüklerinden Tâvus Hazretleri:
– Onun gibi dikkatli namaz kılan birini görmedim, derdi.
***
İbni Ömer (r.a.) Kur’ân okurken manasına o kadar kendisini verirdi ki, hâlden hâle girerdi. Bir gün Mutaffifîn Sûresi’ni okuyordu. “O gün tüm insanlar, Âlemlerin Rabbi için kalkıp dikilirler” meâlindeki âyete gelince sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Secdeye vardı. Ondan sonra okumaya devam edemedi.
Bedir Savaşı’nda cemaatle namaz
Namaz kılmak o kadar önemlidir ki, eğer imkân varsa savaşta bile namazı terk etmemek gerekir. Nitekim Peygamberimiz (a.s.) ve güzide sahabileri Bedir Savaşı’nın en çetin anında bile cemaatle namaz kılmışlardı. Müşrik ordusu Müslümanlardan üç kattan daha fazlaydı. Tam bir ölüm kalım mücadelesi veriliyordu. Ama Allah Resulü ve ashabı canlarını kurtarmaktan ziyade, Allah’ın huzurunda yan yana, omuz omuza namaz kılmayı seçmişlerdi.
Yarısı namaz kılarken diğerleri savaşmış, namaz kılanlar savaşırken diğerleri namazlarını cemaatle eda etmişlerdi. Bu husus, Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır:
“Savaşta mü’minler arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle birlikte namaza dursunlar ve silâhlarını da yanlarına alsınlar. Onlar secde ettikten sonra geri çekilip düşmana karşı dursunlar ve yerlerine henüz namaza durmamış olan diğer topluluk gelsin. Onlar da tedbirli şekilde ve silâhlarını yanlarına alarak seninle beraber namaz kılsınlar.” (Nisa Sûresi, 4/102).
Müslümanların bir kısmı namazdayken bir kişiye altı düşman düşüyordu. Buna rağmen Müslümanlar mağlûp olmamışlar, kesin bir zafer kazanmışlardı.
Namaz hidayetine sebep oldu
Hz. Ali (r.a.), Müslümanlığı kabul eden ilk çocuktur. Bir gün Peygamber Efendimiz ve Hz. Hatice’yi namaz kılarken gördü. Onları hayran hayran izledi. Şimdiye kadar hiç böyle bir şey görmemişti. Namaz bitince:
– Bu yaptığınız nedir, diye sordu. Peygamber Efendimiz (a.s.):
– Ey Ali, bu Allah’ın seçtiği, beğendiği dindir. Seni bir olan Allah’a iman etmeye çağırıyorum. İnsana fayda ve zararı dokunmayan putlara tapmaktan sakındırıyorum, buyurdu. Bir an için duraklayan Hz. Ali:
– Bu, benim bu zamana kadar duyup işitmediğim bir şey. Babamın iznini almadan bir şey yapamam, diye konuştu. O gün kimseye bu meseleyi açmadı. Geceyi düşünerek geçirdi. Şafak aydınlığıyla birlikte kalbine bir ışık doğdu. Doğruca Resulullah’ın (a.s.) huzuruna vardı, şöyle konuştu:
– Allah beni yaratırken babam Ebu Talib’e sormadı. Ben neden Allah’a iman edip ibadet etmek için gidip ona danışıp iznini alayım? Böylece ilk Müslüman çocuk olma şerefine ulaştı.